Archive for MAKALELER

DAĞ FARE DOĞURDU

DAĞ FARE DOĞURDU

Bir konu ile ilgili çok büyük ve önemli bir sonuç veya olay beklenirken, sonucun beklenenin çok altında kalması, hayal kırıklığı yaratan bir durumun ortaya çıkması anlamında kullanılıyor “Dağ fare doğurdu” deyimi. Son günlerde siyaseten yaşanan konulara çok yakışan bu deyimin aktörleri tabii ki yine siyasetçiler.

CHP lideri Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı ile görüşme isteği kabul gördü ve akp genel merkezinde 95 dakikalık bir görüşme yapıldı. Özel, görüşmede neleri gündeme getireceğini açıklamıştı ama görüşme sonrasında neler görüşüldüğünü her iki taraftan da açık ve net olarak öğrenemedik. Özel’e göre tekrar bir değerlendirme yapması doğru olmadığı gibi nezaketsiz bir davranış olurdu. Nezaketli olan bölümü ise ortaya koyduğu gündem maddelerinin dinlendiği, not alındığı ve Erdoğan’ın iadeyi ziyaret yapacağı, bu toplantının “Türkiye demokrasisi açısından önemli bir kilometre taşı olduğunu ifadesi…” Açıklama da hal hatır bölümü ile ikramlar bölümü eksik kalmış. Hakkını da verelim bu arada açıklamasından öğreniyoruz daha önce hiç gündeme gelmeyen “Deprem Bakanlığı” kurulmasını istemiş. Bu arada öğreniyoruz ki toplantıda hediye olarak Manisa Mesir Macunu ve Paşabahçe’nin ‘Cumhuriyet Ateşi’ adlı bir objesini ve hapisteki milletvekili Can Atalay’ın kızının iki fotoğrafını götürmüş Özel. Görüşme konuları ile ilgili bir “Demokrasi Bildirgesi” ni yazılı olarak verdi mi bilinmiyor. Bir atasözümüzdür “Söz kulağa, yazı uzağa gider.” Ve de “söz uçar, yazı kalır.”

Görüşmenin medya da bir başka öne çıkan bölümü ise boşta kalan koltuk idi! Ne yakıştırmalar yapıldı, ne mesajlar verildi o boş koltuğa. Parti merkezinde yapılan bir toplantıymış ama o boş koltuk Cumhurbaşkanlığını temsil ediyormuş. O fotoğrafta görülen Cumhurbaşkanlığı forsunun parti merkezinde ki bir toplantıda ne işinin olduğu hiç sorgulanmadı nedense… Ve de merak ediyorum CHP Genel Merkezine yapılacak  iadeyi ziyarette o fors olacak mı?

Kısaca yarın ne gösterir bilinmez ama bu gün itibarıyla bu görüşmeden çıkan sonuç ‘Dağ fare doğurdu’ na iyi bir örnektir.

Özel’le başladık yine onunla devam edelim. CHP Genel Başkanı, 1 Mayıs’ta işçilerle birlikte sendikaların arkasından yürüyeceklerini, hareketin öncüsü değil sendika ve emek örgütlerinin destekçisi olacaklarını açıklamıştı. Dediğini yaptı sendikalarla beraber Taksime doğru yürüdü ama Bozdoğan Kemerinde barikata takılınca kaldı. Görüşmeler sonunda barikat aşılıp Taksime inilemeyince geri dönüldü ve eylem sonlandırıldı. Halbuki eylem Saraçhane de devam ettirilebilir ve 1 Mayıs orada kutlanırdı. Belki daha sonra gelişen barikatı aşmaya çalışan sol, sosyalist, komünist, marjinal grupların aptalca polise saldırmaları da önlenmiş olurdu. Tabii bu arada ertesi gün kabul göreceği makama karşı bir saygısızlık yapmamak adına eylemi sonlandırmak etken bir neden olabilir mi?

Darısı seneye Dağın Fare Doğurmadığı 1 Mayıs’a…

Nisan ayı enflasyon rakamları açıklandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından nisan ayı enflasyon verileri; Mart ayında aylık bazda yüzde 3,16 yükseliş kaydeden enflasyon nisan ayında 3.18, mart ayında yıllık 68,50 olarak açıklanan enflasyon nisan ayında yüzde 69,80’e yükseldi.

Ve bu rakamlar Beştepe’den kabul gördü.

“…Nisan ayı enflasyon ve dış ticaret verileri Orta Vadeli Plan beklentilerimizle uyumludur. İhracattaki artışın devam ettiğini görüyoruz. Enflasyonda da yılın ikinci yarısından itibaren daha umut verici rakamları göreceğiz. Hayat pahalılığı meselesini enflasyonu düşürüp kalıcı refah artışı sağlayarak çözüme ulaştıracağız. Bizler her zorlukla beraber muhakkak bir kolaylık olduğuna inanan insanlarız…” 

Eğer her zorluk olarak kabul ettiği bu rakamlarsa acaba aşağıdaki rakamların kolaylık açıklaması nasıl olurdu.

TÜİK (Tüketici İnfaz Kurumu) rakamlarına karşılık “ENAG Tüketici Fiyat Endeksi Nisan ayında %5.02, 12 aylık artış oranı %124.35” olarak gerçekleşti. TÜRK-İŞ Konfederasyonunun yaptığı araştırmanın 2024 Nisan ayı sonucuna göre; “Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı)  17.725,19 TL’ye, Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 57.736,78 TL’ye, Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 22.991,90 TL’ye yükseldi…”

Bu kadar mı? “”Merkez Bankası politika faizi %8.5 den %50 ye çıktı. “2023 yılı Merkez Bankası zararı 818 milyar 182 milyon 863 bin 710 lira.”

‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde 2018-2023 arası Dolar’ın yüzde 546, Euro’nun yüzde 502, altının yüzde 928, benzinin yüzde 537, motorinin yüzde 687, oto gazın yüzde 500 artış gösterdiğini’ ekonomistler söylüyor, piyasa yalanlamıyor.

Neymiş, “…kalıcı refah artışı sağlayacakmış…” Sağladı da Türk Hava Yolları’nda genel müdürün maaşı 1 milyon 400 bin lira. Asgari ücret 17bin 2 TL, en düşük memur maaşı 38 bin lira, en düşük emekli maaşı 10 bin lira…

Ve bu ekonomiyi yöneten kim? “Ben ekonomistim” diyordu “Ekonomi benden sorulur” derken ilave ediyordu “Verin yetkiyi kardeşinize, görün o zaman doları, enflasyonu” Gördük “Dolar 33 lira, enflasyon % 69.80”

Bu ekonomik bilgi ve görgüyle başlıktaki deyim ne dersiniz uyar mı bu ekonomik göstergelere.

Ama, bu arada hakkını da yemeyelim günlük 40 bin varil petrol üretimi ile fare doğuran dağlara örnek olan Gabar Dağının…                                                                               03.05.2024

Leave a comment »

DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR

DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR

Başlıkta ki sözü pek çok kullanırım özellikle siyasetçilerin dün söylediklerini unutup bugün tam tersini söylediklerinde. 9ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1971 de Başbakanlığı döneminde TSK nın muhtıra verdiği günlerde Genelkurmay Başkanı ile görüşmediğini söylediğinin ertesi günü görüştüğü ortaya çıkınca söylemiş ve siyaset tarihimize değişen şartları en iyi açıklayan söz olarak yerleşmişti…

Siyasi kariyeri için ‘6 kere gittim, 7 kere geldim’ diyerek Başbakanlığını özetleyen duayen siyasetçi “Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir” derken son noktayı  Cumhurbaşkanıyken yaptığı basın toplantısında koymuştu söylediklerini inkar etmeden “Herkes benim gibi `Dün dündür bugün bugündür` deyip işin içinden çıkamaz!”

İçinde bulunduğumuz yerel seçim sürecinde söylenenleri takip edince ister istemez eski günlere, aylara, yıllara dönüyor ve şöyle bir tarıyorum arşivi. Evet, daha yazar George Orwel’in 1984 adlı kitabında ki geçmişi silme aşamasına gelmedik ve arşiv de duruyor o sözler, eylemler ve her ne derseniz adına dünden, bugüne kulağımıza küpe olanlar…  İşte size birkaç örnek;

Dün; tarih…14 Haziran 2015;

“…17-25 Aralık yolsuzluk olaylarını nereye koyacağız. Meydanlar da hırsızlardan hesap soracağız dedi. Her bir oyun vicdani sorumluluğu var diye halka seslendik. Öteki dünyada hesabı sorulur dedik. Hırsızları nereye koyacağız? Gece yarısı torba kanunlarla kimler zengin edildi, bunlardan hesap sorulmayacak mı? 17-25 yolsuzluk soruşturmasına ilişkin hassasiyetlerimiz belli. Operasyonun üstü örtülmeye çalışılıyor. Bunu göz ardı edemeyiz. Ucu nereye dayanırsa dayansın oraya gider. TÜRGEV’e yapılan bağışları verilen ayrıcalıkları ne yapacağız? Bilal’in içinde olacağı sıfırlanan paraların hesabını sormayacak mıyız? Bu sürecin bir tarafında Bilal var. Versin Bilal’i alsın iktidarı…”

Bu sözleri bugün dinleseniz muhalefet partilerinden birinin liderine yakıştırırsınız. Dün öyleydi bu sözleri söyleyen mhp lideri Bahçeli.

Peki, bugün Cumhur İttifakının ortağı ve bakın neler söylüyor tarih 16.03.2024;

“…Buradan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a diyorum. Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Cumhur İttifakı olarak yanındayız, beraberindeyiz, yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz…”

Şaşırdınız mı? Yok, şaşırmayın daha devamı var. İktidarın bu gün diline doladığı ve savcılık tarafından soruşturulmaya başlayan CHP nin deste deste para sayan ekibinin görüntüleri var gündemde. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri Kilis ten sesleniyor;

“Muhalefetin neler peşinde koştuğunu zaten sizler de biliyorsunuz. Onlar ise siyasi ikballeri uğruna her türlü gayrimeşru, gayriahlaki yola başvurmaktan çekinmiyorlar. Kaynağı karanlık para desteleriyle kule yapmak dışında ortada icraatları yok. Dolar dolar çantalar, avrolar. Hayırdır bu parayı ne yapacaksınız? Neymiş CHP’ye bina satın alacaklarmış. Kim? İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı…”

“CHP’den hiçbir Allah’ın kulu çıkıp para kulelerinin doğru dürüst izahını yapamadı.”

Bu sözleri duyunca aklıma gelenlerin bir bölümünü Bahçeli söylemiş yukarıda ki sözleriyle; 7-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu. Hani şu 2013-2014 yıllarında yürütülen ve bazı kamu kurum ve kuruluşları ile aralarında dört bakanın da yer aldığı kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma ve rüşvet ile suçlandığı bakanların istifa ettiği soruşturmalar. Ve de diğerleri 1998 de Refah Partisinin kapatılması sürecinde Kayıp Trilyonlar davası, Süleyman Mercümek ve Bosna Hersek’e yardım için toplanan paralar ve ilgili davalar aklıma geliverdi… Ve de halen izahı yapılamayan soruşturmalar…

Görünen o ki dünden ders almayanlar bugün o gün suçladıklarının yolundan yürüyorlar. Ve de o gün bu davaları kapatanlar bu gün dillerine doladıkları o görüntülerle açılan davada CHP yi de yerle yeksan ederler, nereden buldun der ve ilişkilendirdikleri İmamoğlu İstanbul Belediye Başkanlığını kazanırsa görevden alır, yerine kayyum atarlar. Demedi demeyin…  Dün dündür, bugün bugündür… 23.03.2024

Comments (1) »

ARZUHALİMDİR

ARZUHALİMDİR

LANETLİ ALKOL

Diyanet TV’ de yayınlanan bir programda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyelerinden biri, alkollü içecek üreten, taşıyan, sunan, servis eden ve alkolden kazanç sağlayana “lanet” edildiğini ileri sürmüştü. 

Şimdi bu Yüksek Kurul üyesi zata sorum şu; Alkolün ham maddesini üretenlerin durumu nedir bu fetvaya göre? “Üzüm” alkolün en başta gelen ham maddesidir üzüm üreticileri de lanetli midir sorusuna ne cevap verir acaba? Bir de kolonya var alkol kullanılıyor buna ne der? Ha bir de hani kıçı, başı yarıldığında o bölgeyi temizledikleri malzeme de alkol var lanetlenir mi kafasında ki yarayı temizlerken? O ne cevap verir bilemem ama bence en kısa zamanda bir psikologa gitsin orada kesin tedavi olur… Bu arada şu soruyu da sorsun psikologa “devletten aldığım maaşta alkolden alınan verginin payı var ben lanetli miyim?    

HATIRLIYOR MUSUNUZ ANAYASA MİTİNGİ YAPACAKTI CHP?

Anayasa Mahkemesinin TİP Milletvekili Avukat Can Atalay için vermiş olduğu hak ihlali kararının tanınmaması üzerine “Anayasa’ya Saygı’ adıyla bir miting yapacağını 4 Ocakta CHP Genel Başkanı Özgür Özel duyurmuştu;  “14 Ocak Pazar günü ‘Geleceğimize sahip çıkıyoruz’ dediğimiz büyük miting için saat 13.00’te tüm vatandaşlarımızı, siyasi partileri, STK’ları, geleceğe sahip çıkmak isteyen herkesi Tandoğan’a davet ediyorum.” Hatırlıyor musunuz bu çağrıyı?

Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde dokuz askerin şehit olması sonucunda mitingi Şubat ayına ertelendi, olmadı. Aradan geçen iki ayda CHP den mitingle ilgili tık yok. Öyle ki 3 Mart Devrim Kanunlarının 100 ncü yılında bile bunu düşünemediler.   

Teşkilât-ı Esasîye Kanununun (1924 Anayasası), kabul edildiği 20 Nisan 1924 günü 100 ncü yılını bekliyorlarsa ki bu tarihte mutlaka yapılmalıdır. Ancak yerel seçim arifesinde al takke, ver külah mitingleri yanında halen zaman varken tüm Türkiye de aynı gün yapılacak bir Anayasa’ya Saygı Mitingi ile ses getirmeliler. Yoksa “atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur…”

DİLİN KEMİĞİ YOK

Yerel seçim arifesinde iktidar kanadından sarf edilen öyle sözler var ki “Dilin kemiği yok” deyişi yanında yılların politikacısı rahmetli Süleyman Demirel’in “Dün dündür, bugün bugündür” sözünün gerçekliliğini hatırlatıyor

“…Bizim ne 30 yıllık belediyecilik ne de 21 yıllık iktidarlarımız döneminde oy tercihinden dolayı vatandaşa ayrımcılık yapmak yoktur…”

Benzerleri pek çok defa tekrar edilen Hatay mitinginden şu sözlere ne dersiniz. “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.” Yalancının mumu…

“…Yani vatandaşın gözünden kaçırmaya çalıştığımız hiçbir gizli saklı işimiz yok. Adeta cam gibi şeffafız…”

İşte bütün mesele burada açık ve net kaçırıyorlar ama bazı gözlerde ki perde görmeye mani oluyor.

“…Türkiye son bir haftadır artık geride kaldığını düşündüğümüz tek parti faşizminin en ilkel hallerine şahit oluyor…”

Kast edilen CHP nin tek parti dönemi de olsa bu günkü iktidarı ve uygulamalarını bundan gerçekçi ifade eden bir söz olamazdı.

“…Son 21 yılında attığımız her demokratikleşme adımına karşı çıkanlar bunlar değil miydi? Her türlü engele rağmen hak ve özgürlükler konusunda sessiz devrim gerçekleştiren bize demediklerini bırakmayanlar bunlar değil miydi? Yasakçı zihniyete verdiğimiz mücadeleye rağmen sizinle aramızı bozmaya çalışanlar bunlar değil miydi?…” 

İşte ağızlarına yakışmayan sözler demokratikleşme ve devrim. Ha, Karşı Devrim derse o zaman olur.

Demokratikleşme Milletvekili Can Atalay’ın hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulması mıdır?

Demokratikleşme cezaevinde ki 5 emekli generalin tahliyesi için Adli Tıp Kurumunun düzenlediği ‘kocamışlık ve sürekli hastalık’ raporunun bir yıla yakın süredir Cumhurbaşkanlığında imza için bekletilmesi midir?

“…Kent uzlaşısı diye bir şey uydurdular, kimin eli kimin cebinde belli değil…” 

Kent uzlaşısını bilmem ama bildiğim devlet ihale uzlaşısı var ki özellikle yandaşların eli devletin cebinden hiç çıkmıyor…

“…Ben anlamıyorum niye hâlâ altın veya döviz alınıyor. Halbuki açıkça da söyledik, TL bu süreçte değerlenecek…”

O zaman geçilmeyen köprüden, uçağın inmediği havalananından, kotayı tutturamayan şehir hastanesinden yandaşlara ödeyecekleri farkı TL ile ödeyeceklerini hemen açıklasınlar.

“…Yüzümüze hakikatleri haykırın. Haykırın ki hatamızı görüp kendimizi düzeltelim…”

Önce bir düşünün o hakikat sonrasında size hakaret davası olarak dönmesin. Malum, 2022 yılı sonu itibariyle “Erdoğan’a hakaret ettikleri gerekçesiyle haklarında dava açılanların sayısı 44 bini geçmiş…

Ve de son sözümdür bu arzuhalde;

Bu yerel seçimler sadece bir belediye seçimi, muhtar seçimi değildir.

Bu seçim;

Türkiye Cumhuriyetine, laik ve demokratik hukuk devletine, Anayasaya, çağdaş ve laik eğitime sahip çıkmaktır.

Devletin her kademesinde kadrolaşan tarikat ve cemaatlere dur demektir.

Türkiye Cumhuriyetini siyasal İslam teorisi ile şeriat ve hilafet rejimine döndürmek isteyenlere dur demektir.

Ümmete değil millete, otokrat sisteme değil parlamenter sisteme, bölünmez bütünlüğümüze sahip çıkmaktır.

Çocuklarımıza ve torunlarımıza aydınlık, çağdaş yarınlar için son çıkışlardan biridir. Yön ve taraf iyi tayin edilmelidir.

Sağlıcakla kalın…                                            15.03.2024

Leave a comment »

3 MART 1924 DEVRİM KANUNLARI 100 NCÜ YILI

3 MART 1924 DEVRİM KANUNLARI 100 NCÜ YILI

“…Saltanat ve hilafeti kaldırıp Cumhuriyeti ilan eden, halkın temsilcilerinden oluşan TBMM’yi kurup egemenliği kayıtsız şartsız millete veren, şeriat hukukunu sona erdirerek laik hukuku uygulamaya koyan, medreseleri kapatıp çağdaş ve bilimsel eğitimi başlatan, kadının olması gerektiği gibi toplumsal hayatta öne çıkmasını sağlayan, her alanda bilimi referans alan Cumhuriyet Devrimi, tartışmasız hem siyasi hem de toplumsal açıdan ileri bir adımdır.”

Gazeteci, yazar Zülal Kalkandelen Cumhuriyet gazetesinde ki yazısının bir bölümünden aldım yukarıda ki satırları… Cumhuriyet Devrimi, içinde onlarca devrimi barındıran laik, çağdaş bir Türkiye için değiştirilen bir sistemin getirdiği Cumhuriyetin kazanımları…

Bizler; Cumhuriyetin 100ncü yılında bu devrimlere sahip olma, onları sürdürmenin savaşını veriyoruz Cumhuriyet düşmanlarına karşı. Cumhuriyetin 100 ncü yılında laik, çağdaş bir ülkeyi daha ileriye götürmenin cabası içinde olmamız gerekirken bugün laik, çağdaş bir ülkeyi muhafaza etmenin mücadelesini veriyoruz.

Karşı Devrimciler; İstanbul da adliye önünde anayasanın başlangıç bölümü ve Cumhuriyetin niteliklerini “…demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” ilkesi ile açıklayan 2nci maddesine inat şeriat ve hilafet çığlıkları atabiliyorlar. Ve bu çığlıklarını “Sayın cumhurbaşkanımız daha iki hafta önce şeriatın İslam olduğunu, Kuran olduğunu bizzat canlı yayında açıkladı!” sözleri ile destekliyor ve arkalarında ki gücün Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olduğunu söylüyorlar.

Bu sözlerden güç alanlar Menemen’de çocukları Milli Eğitim Bakanlığının ÇEDES programı kapsamında Atğm. Kubilay ve bekçiler Şevki ile Hasan’ın şehit edildikleri Menemen İsyanında müebbet hapse mahkûm olan Nakşibendi tarikatı şeyhi, Esad Erbili’nin türbesinin(!) bulunduğu Safa Camisi’nde Cuma sohbetine götürüyorlar…

Bunlar ve benzeri olaylar Cumhuriyetin 100 ncü yılında, Cumhuriyetin kazanımlarından olan 3 Mart 1924 tarihli üç devrim kanunun 100 ncü yılında sahneye konuluyor. Cumhuriyet’in temellerini oluşturan, Türkiye’nin modernleşmesinde dönüm noktasını oluşturan, laik ve çağdaş bir devlet yapısını esas alan bu devrim kanunları ile yapılan düzenlemeleri saptırmaya, yok saymaya, ortadan kaldırmaya çalışanların hedeflerinde anayasa değişikliği ile İslam Cumhuriyetine yönelik otokrat bir otokrasi monarşi idaresi var…

3 Mart 1924 tarihi bizleri bugün karşı devrimcilerin özlediği gerici ve tek adam yönetiminden Cumhuriyet rejimine götüren tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu tarihte yasalaşan üç önemli yasanın, Türkiye’nin çağdaş, demokratik ve özellikle laik devlet ve toplum yapısına kavuşmak açısından oynadığı rol çok büyüktür.

TBMM de 3 Mart 1924 tarihinde üç önemli önerge ele alınmış ve tartışılarak kanunlaştırılmıştır.

Bunlar; (1)

*429 sayılı Ser’iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlıklarının Kaldırılması,    

*430 sayılı Tevhidi Tedrisat,       

*431 sayılı Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Topraklarının Dışına Çıkarılmasına Dair Kanunlardır.

429 sayılı Ser’iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlıklarının Kaldırılması kanununda gerekçe iki amaca yöneliktir. Birincisi laik devlet uygulamasında dinin devletten soyutlanması ilkesi gereği, din işleri ile ilgili bir kurumun, siyaset dışına çıkarılması, ikincisi din ve ordunun siyaset dışı bırakılmasıyla, resmi görevli ordu mensuplarının, askeri görev ya da siyasal görev arasında kesin bir tercih yapmaları ve TSK nın yeniden yapılandırılmasıdır… Devletin ana yapısında, din ve siyasetle uğrasan iki bakanlık ortadan kaldırılarak, yalnız yönetim görevleri ile uğrasan iki kurum ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ ve ‘Vakıflar Genel Müdürlüğü’ olarak Başbakanlığa bağlanmış ve laiklik yolunda bir safha daha tamamlamıştır. Genelkurmay Başkanlığı ise Başbakanlığa bağlı bir komutanlık olarak teşkilatlandırılmıştır

430 sayılı Tevhidi Tedrisat Yasasının gerekçesi ; “Bir devletin genel kültür ve eğitim politikasında, ulusun duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ilkedir. Bu ilke doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti’nde bilim kurumlarının bağlı olacakları tek makam Milli Eğitim Bakanlığı olacaktır”.  Bu kanun ile ‘Türkiye’deki bütün ilim ve öğretim kurumları ile Şer’i ye ve Evkaf Vekilliğince yönetilen tüm medrese ve okullar MEB’ lığına bağlanıyor, MEB’ lığınca, yüksek din uzmanları yetiştirilmek üzere üniversitede bir ilahiyat fakültesi açılacak ve imamet ve hatiplik gibi dini hizmetlerin görülebilmesi için ayrı okullar açılacaktır. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığına bağlı olan askeri ortaokul ve liseler de MEB’ lığına bağlanıyordu.’

“431 sayılı Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Topraklarının Dışına Çıkarılmasına Dair Kanun; ‘…Türkiye Cumhuriyeti içerisinde halifelik makamının bulunması Türkiye’yi iç ve dış politikasında iki baslı olmaktan kurtaramadı. Bağımsızlığında ve milli hayatında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin görünüşte bile olsa ikiliğe tahammülü yoktur.” Gerekçesi            ile 13 maddelik bu yasa ile halifelik kaldırılmış, Osmanlı Saltanat üyelerinin Türkiye’de oturmaları yasaklanarak yurt dışına sürülmüş, vatandaşlık hakları kaldırılmış, Padişah’ın mal ve mülküne el konulmuştur.         

Ne yazık ki 3 Mart 1924 tarihli yasalar, sonraki Cumhuriyet kuşaklarına yeteri kadar öğretilememiş bu kanunların getirdikleri, gerekçeleri, amaçları, yasalaştırılış biçimleri göz ardı edilmiş ve bu kanunların ruhu kavranamamıştır. Son 20 yılda bu kanunlar hükümlerine aykırı uygulamalarla dinsel motifler ve dinsel eğitim uygulamaları ile hilafet ve şeriat istekleri sıradanlaşmış, bu kanunları korumak ve kollamakla görevli olan adli makamlar sessizliğe bürünerek adeta bu çağrıyı yapanlara yol vermişlerdir.

Atatürk Devrimleri sadece mazide yaşanmış tarihsel bir olay değil, Türk toplumunun tüm sorunlarının çözümünde kullanılacak geleceğe dönük süreklilik gösteren bir ideolojidir.

Bu ideolojinin adı Atatürkçülüktür. Atatürk Devrimleri bir bütündür. Hiç bir devrimi bir diğerinden ayırtamazsınız, hepsi birbirini tetikleyen bir süreç içerisinde ihtiyaçlardan doğmuştur ve bu ihtiyaçların temelinde halkın refah seviyesinin yükseltilmesi, çağdaşlaşma, eşitlik, bağımsızlık ve sosyal adalet yatmaktadır. Her devrimden sonra karşı devrimin sinsice harekete geçtiği günlerden, şimdi Türkiye’de karşı devrim hareketinin planlı açık ve seçik yürütüldüğü günleri yaşıyoruz.

Bu sonuca ulaşmak için Anayasa ile korunmuş olan Devrim Kanunlarına aykırı çıkarılan kanunlar, yönetmelikler ve yapılan uygulamalara bakmak yeterli   olacaktır.

Bu gün hedefte olan ve hortlatılmak istenilen çağdaş eğitim sisteminden dinsel bir eğitim sistemine geçiş ve Eğitim Birliği yasasını yok etmektir. Hortlatılmak istenilen 431 sayılı kanunla kaldırılan Halifelik tir. Hortlatılmak istenilen Osmanlı yaşantısı, Osmanlı düşüncesi hilafetin başkenti İstanbul hayalidir.

Karanlık bir dönem yaşıyoruz. Yaşadığımız bu karanlıktan, Mustafa Kemal Atatürk’ün ışığını yeniden yakalayarak ve laik cumhuriyetimizin yıkımına engel olarak çıkabiliriz. 3 Mart 1924 e ve Devrim Kanunlarına sahip çıkmak ve bu kanunların getirdiklerini toplantılarla, makalelerle etkin bir şekilde anlatmak ve karşı devrimcilerin karşı uygulamalarına set çekecek bilgi, beceri ve düşünceleri geliştirmektir. Maalesef bu gün bunların hiç biri yeterince yapılamamaktadır. Yapılanlarda yeterli değildir. Seneye belki diye diye bugünlere geldik. Her geçen günde bir Cumhuriyet kazanımını kaybediyoruz.    

1934 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın TBMM de yaptığı bir konuşmayı değerlendirmelerinize sunuyorum.

“Devrim yapıldığı zaman onun gösterdiği zorunluluklar izlenmez ve gelişmesine yardım edilmezse, o devrim geri kalır, hatta geriye döner. Devrim geriye döndüğü zaman, Türk toplumunun nasıl bir sonuçla karşılaşacağını tahmin etmek kolaydır. İmparatorluğun kendi eliyle bu millete hazırladığı sonu tekrar hazırlamak demektir. Devrimin emirlerini yapmamak gericiliğe hizmet etmek, gerici olmak demektir.”

Devrim devamlılık gerektirir, devrimde duraklama devrimin sonunu hazırlar ve karşı devrimcilerin istediklerini elde etmesi kaçınılmaz olur.  

İnancım odur ki Türk insanı, özellikle Türk Gençliği tüm zorlukları yenerek Atatürkçü Düşünce Sistemini yaşatacak, Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkacak, sürdürecek ve Cumhuriyeti bu dincilere karşı devrimcilere teslim etmeyecektir.             

Türkiye’nin bundan sonraki imtihanı Karşı Devrime geçiş yapmak isteyenlere yol verip vermeyeceğidir. Türkiye bu sürece direnebilecek midir?

 Direnmelidir, direnmek zorundadır. Bizler aynı milli ruha sahip kişiler olarak ülkemizi böldürmemek, laik Cumhuriyetimizi yıktırmamak için çözüm üretmek, mücadele etmek, karşı duruş sergilemek zorundayız.

Aksi takdirde; ATATÜRK’ ün ‘’Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru yol uygarlık yoludur.” Sözü çocuklarımız ve torunlarımız için sadece bir deyiş olarak kalacaktır.

(1)          https://alasehirli.wordpress.com/2016/03/02/3-mart-1924-yasalari/

Leave a comment »

28 ŞUBAT 1997 YE GİDEN SÜREÇ VE BUGÜN UYGULAMALARI

28 ŞUBAT 1997 YE GİDEN SÜREÇ VE BUGÜN UYGULAMALARI

“…Daha nereye kadar devam edecektir bu kin, bu nefret, bu intikam duygusu? Tüm TSK personeli tutuklanıncaya ve teslim oluncaya kadar mı?”   

“…Demoklesin Kılıcı daha ne kadar sallanmaya devam edecek? Yeni oyunun konusu ne, ne zaman sahneye konacak aktörleri kimler? Bekliyoruz ne zaman perde denilecek…”

Demoklesin Kılıcı (10.08.2011) yazımın sonu yukarıda ki satırlarla bitiyordu.

2 Nisan 2023 de yine bu satırları kullanmışım Dün, Bugün, Yarın köşemde Demoklesin Kılıcı başlığı ile.

Geçen hafta bir haber aklıma getirdi bu satırları “28 Şubat kumpas davası mağduru Birinci Ordu eski Komutanı Çetin Doğan’ın eşi Nilgün Doğan, “Sağlık durumu pamuk ipliğine bağlı. Her telefon çaldığında kötü bir haber diye elim titriyor, kalbim çarpıyor” ’Eşimin sağlık sorunları devam ediyor. 5 damardan by-pass ameliyatı oldu. Ciddi bir bel ameliyatı da geçirdi. Eğilip çorabını bile giyemiyor. Yüksek tansiyon ve şeker hastalığı var. Cumhurbaşkanının anayasal yetkisi kapsamında yaşlı ve rahatsızlığı olan kişileri tahliye edebilir. Raporlar 9 aydır Cumhurbaşkanı’nın önünde imza bekliyor…

Ve bu karar imzalanmıyor ve imzalanmayan bu karardan mağdur olan sadece Çetin Doğan paşa değil E. Org. Fevzi Türkeri (83), E. Korg. Yıldırım Türker (83), E. Tümg. Temel Özkaynak (79), E. Tümg. Erol Özkasnak (78) da tahliye edilmeleri gereken raporu görmezden gelinenler. Görünen o ki 28 Şubat 1997 sürecine giden yolda Kayseri Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin, 10 Kasım 1996 da yaptığı konuşmada “…Ve Müslümanlar, sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, bu nefreti, bu imanı eksik etmeyin!…”sözlerinin gereği yerine getiriliyor…

8 Temmuz 1996 da Refah Yol adıyla Refah Partisi ile DYP arasında kurulan Necmettin Erbakan başbakan, Tansu Çiller ise başbakan yardımcısı olduğu 54. Hükûmetle şeriat ve hilafet isteyenlere yürüyecekleri yolun taşları döşeniyordu. Yalnız Karatepe’nin sözleri değildi bu yolda sarf edilenler;

O gün kullanılan bu sözler bugün uygulanıyor. Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına karşı çıkan Karşı Devrimcilerin tarikat ve cemaatleri vakıf ve dernek adı altında MEB desteği ile okullarda din ağırlıklı eğitim veriyorlar. Eğitim ve mesleki liyakat tarikat ve cemaatlere yakınlık derecesine göre dağıtılır olmuş. Menzil Cemaati’nin bürokrasi vekili (sorumlusu) olduğu iddia edilen bir cami imamı Jandarma Genel Komutan Yardımcısı tarafından makamında kabul ediliyor… 

6 Ekim 1996’da Ankara Kocatepe Camisi’nde “Şeriat isteriz!” diye bağıran sakallı, cübbeli ve asalı Aczmendiler gösteri yaparken bugün 10 binlerce kişi güvenlik güçleri korumasında hilafet ve şeriat çağrıları yapabiliyor… Aksoy araştırma şirketi Türkiye’nin yönetim biçimi ile ilgili tercihini sorduğu anketinde akp li seçmenin %39 u şeriat derken Mhp li seçmen oranı ise %11.5 olması bu gösterilerin sahip ve sorumlularını açıklar nitelikte.

“Türk Ceza Kanunu İncil’e göredir, Türk Medeni Kanunu İncil’e göredir!” “Ben Hizbullah’ım ve Hizbullah olmaktan da şeref duyuyorum!”” ‘Eşinizle beraber 30 Ağustos’taki kokteyle katılın.’ ‘Bana bak.’ dedim, ‘Ben deyyus değilim!’  O gün bu sözleri söyleyen Refah Partisi’nin Rize milletvekili Şevki Yılmaz bu gün eski bir milletvekili olarak kin ve nefretini “Osmanlı’yı süren soysuzları lanetliyorum” ve “Selanik’ten gelen dönme” ifadeleri Atatürk’ü hedef alırken yanında ki bir imam ise bu duaya  “amin” diyerek eşlik ediyor. Bu kişiler hakkında ne savcılar harekete geçiyor ne de iktidar ve yandaşlarından bir tepki yükseliyor. Suç duyuruları ise sadece kubbede kalan bir seda olarak bekliyor. Şeriat isteklerine karşı çıkan bir avukat ise halkı kin ve nefrete tahrik iddiasıyla gözaltına alınıyor evi onlarca polis tarafından aranıyor. 

11 Ocak 1997’de resmî başbakanlık konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği veren Başbakan Erbakan ve bugüne gelen yolda yol göstericiydi Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının cenaze törenine katılanlara…

30 Ocak 1997’de Sincan Belediyesinin düzenlediği “Kudüs Gecesinde”, salona Hamas ve liderlerinin fotoğraflarının asılması, İran Büyükelçisi’nin yaptığı konuşma ve sergilenen cihat oyunu bugünün habercisiydi.

4 Şubat 1997’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Erbakan’a bütün bu olaylar olurken “laik düzenin korunmasını” istediği bir uyarı mektubu gönderirken bu günün Cumhurbaşkanı Erdoğan “Farklı maskeler altında şeriat düşmanlığı var. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir…” sözleriyle şeriate destek veriyordu…

23 Şubat 1997’de Fatih Camisi’ndeki öğle namazının ardından bir grup, ellerindeki yeşil bayraklarla “Şeriat isteriz!”, “Yaşasın Hizbullah!” sloganları atarak yürümüştü. Bugün Hizbullah’ın destekçisi bir parti iktidarın yandaşı beraber yürüyorlar hilafet ve şeriat yolunda.

İşte bu olaylar karşısında sessiz kalmayan Milli Güvenlik Kurulunda 28 Temmuz 1997 de yapılan toplantıda ki görüş ve değerlendirmeler sonucunda bir bildiri yayımlıyordu;

1.Türkiye’de Şeriat hukukuna dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla; EK-A’daki tedbirlerin kısa, orta ve uzun vade içerisinde alınmasının Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine,

2.2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanununun 9. maddesine uygun oyarak MGK Genel Sekreterliği tarafından, EK’te belirtilen tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içerisinde, Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK’na bilgi verilmesi kararlaştırılmıştır.

(Kararlar için bakınız;      https://alasehirli.wordpress.com/2011/03/10/28-subatin-getirdikleri-ve-goturdukleri/)

Ve bu kararda imzası olan TSK lerinin üst düzey komutanları şeriat ve hilafete giden yola döşenen taşları sökmek istedikleri için yıllar sonra düzmece davalarla tutuklanmış cezaevinde esir edilmiştir. Ve bu esaret 28 Şubat sürecinde ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak’la suçlanan 103 sanık hakkında 2 Eylül 2012’de başlamış ve halen devam etmektedir. En acı olanı ise Cumhuriyetin 100 ncü yılında TSK nın Deniz ve Hava Kuvvetlerinin unsurları tören geçişinde hilafetin sembolü olan Vahdettin Sarayında hilafete selam durdurulmasıdır.

Anayasasında ‘demokratik, laik,sosyal bir hukuk devleti’ olduğu yazılan Türkiye’de 27 yıl öncesinde yaşananlardan ders almayanlara son söz ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten;

“Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emrettiğini ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir.”                                                  28.02.2024

Comments (3) »

ARZUHALİMDİR

ARZUHALİMDİR

Hukuk guguk olur mu? Böyle bir soru bile yanlış ne demek hukukun guguk olması derseniz yanılırsınız Türkiye’de olur. Hem de bir defa değil birkaç defa ve sonuncusu artık Hukuk ihlalinden Yargı Darbesine dönüşmüştür ve bunun son noktasını koyan da maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur.

Konu malum, Gezi davası hükümlüsü TİP Milletvekili Avukat Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesinin ikinci kez hak ihlali oluştuğu yönünde kararını Yargıtay “yok hükmünde” sayarak TBMM’ye vekilliğin düşürülmesi için ikinci bir yazı göndermişti…

TBMM Genel Kurulu’nda Anayasanın 84ncü maddesi öne çıkarılarak bu yazı okundu ve Atalay’ın vekilliğinin düştüğü açıklandı.

Bu dava burada biter mi bitmez Atalay bu kararı da bireysel başvuru ile Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacak ve kısır döngü tekrar başlayacaktır.

Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken konu şudur ve de arzuhâlimdir;

“Anayasal bir kurum olan, anayasada kararları bağlayıcı olduğuna hükmedilen AYM, bu süreçte fiilen sistem dışına çıkarılmış ve Anayasa yok sayılmıştır.

Anayasal düzenin bozulmasına neden olacak her türlü fiil, anayasal düzene karşı işlenen suç kapsamında yer alır. Darbeye teşebbüs suçu ya da diğer bir ifadeyle darbe teşebbüsü, anayasal düzenin işleyişini sekteye uğratacağından dolayı, anayasal düzenin ortadan kaldırılması, yerine farklı bir düzen getirilmesi ya da anayasal düzenin fiilen uygulanmasının önlenmeye çalışılması, Türk Ceza Kanunu 309. Maddesine göre anayasayı ihlal suçu kapsamındadır.

TBMM de Yargıtay kararının okutularak Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi bir yargı darbesidir, darbenin azmettiricileri siyasi iktidar ve yandaşlarıdır. Uygulayıcıları İstanbul 13ncü Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3ncü Ceza Dairesi üyeleridir. Darbeyi fiilen uygulayan ise TBMM de mahkeme kararını okutarak onaylatan Başkanlık divanıdır.

Bu kurum ve kişiler hakkında TCK 309 ncu madde uygulanmalıdır diye düşünüyorum…”

Bu arada bu kararın alındığı TBMM de toplantıya başkanlık eden kişinin eski bir Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ olması ise yargının kimlerin elinde bu hale düştüğünün işaretidir.

Arzuhal edeceğim bir diğer konu ise yerel seçimler süreci ile ilgilir.

Yerel seçimlerle hareketlenen partilerin birbirleri arasında ki siyasi çekişmeler yanında partilerin kendi içinde ve ittifaklar arasında bölünmeler de dikkati çekiyor. Özellikle CHP nin İzmir adaylarının ilanından sonra yaşanan “İstemezük” sözleri bir demokratik tavırdan ziyade bir başkaldırır. Ve de bu başkaldırının milletvekillerinden, aday gösterilmeyen başkanlara ve partinin teşkilat başkanlarına kadar uzaması partide ki disiplin zafiyetinin yanında belediyelerden sağlanan rantın paylaşımından, el değiştirmesinden duyulan rahatsızlığın dışa vurumudur. Ve de bu dışa vurum yanında Millet İttifakının dağılması CHP ye pahalıya mal olacaktır.

Seçim sürecinde dikkati çeken bir başka konu ise özellikle dinmek bilmeyen şeriat çığlıklarının Cumhur İttifakı tarafından destek görmesidir.  Ki bu destek açıkça oy avcılığına devşirilmektedir. Örnek mi?

Diyanet Akademisi töreninde Cumhurbaşkanı konuşuyor; “…Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir” “…Şeriata düşmanlık, dinin bizatihi kendisine husumettir.” “…Din görevlilerimizin kendilerini camilerle ve Kur’an kursları ile sınırlamaları asla düşünülemez.” “…Ben karşımdaki hocalarımdan bunu bekliyorum. İnşallah erkeğiyle kızıyla yeni nesli, bu şekilde siz yetiştireceksiniz.”

25-26 Ağustos 1924’te Ankara’da toplanan Muallimler (Öğretmenler) Birliği Kongresine katılan Reisicumhur Mustafa Kemal’in “Yeni nesli, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğitmenleri, sizler yetiştireceksiniz; yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır” sözlerini hatırlatırım. Seçimlerde sadece yerel yönetimleri seçmeyeceğiz laik ve çağdaş bir düzen mi yoksa şeriat düzen mi bunun kararını da vereceğiz.

Sadece şeriat çığlıkları mı atılan siyasi şantajdan da geri kalmıyor Cumhurbaşkanı öyle laflar ediyor ki insanın aklı hafızası almıyor. Cumhur İttifakı’nın Hatay İlçe Belediye Başkan Adayları Tanıtım Toplantısı’nda yaptığı konuşmadan “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.” Kısaca diyor ki hizmet almak istiyorsanız oyunuzu bize vereceksiniz, yoksa çadıra, konteynere devam…

Şimdi aynı sözleri İzmir’de söylemesini bekliyorum ki gerçeğin ifadesidir ve Gavur İzmir’de bu sözlerin gereğini yapacaktır. Kalın sağlıcakla…       05.02.2024

Comments (1) »

ARZUHALİMDİR

ARZUHALİMDİR

2024 yılına öyle hızlı bir giriş yaptık ki bu hıza yetişmek ve gündemi takip etmek oldukça zor. Takip edebildiğim ve notlarım arasından hazırladığım arzuhalimdir…

Yılın ilk sürprizi Cumhurbaşkanından geldi 2024 yılını ‘Emekliler Yılı’ ilan ederken emekliyi enflasyon karşısında ezdirmediklerini ve ezdirmeyeceklerini açıkladı… Yıllık enflasyon oranının TÜİK’e göre % 64,77, ENAG’a göre %127 olarak açıklandığı bir ortamda maaşlara yapılan % 49 lık zamla ezen ve ezilen kim, bunun farkında mı acaba Beştepe? Yoksa emekliler yılı olarak ilan ettiği emekliler çift maaş alan ve emekli olan bürokratlar mı?

CHP eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir toplantıda kendisine sataşan Cumhurbaşkanına cevap vermiş ‘Emekli Yılının’ özetini yaparcasına:

“Aşağıda senin alışveriş yaptığın Tarım Kredi Kooperatifinden aldığım fiyatlarla hazırlanan, 3 kişilik bir ailenin 3 öğün yemek listesinin maliyeti var”

“Sadece temel gıda maddeleriyle karınlarını doyurmalarının, günlük maliyeti 422,31 aylık maliyeti 12.669 TL. Sofraya, bırak senin çok sevdiğin kestane balı, manda yoğurdunu koymayı, öğlenki makarnaya kıyma koyamadık!

Bu millete reva gördüğün, emekli maaşı 10 bin TL, asgari ücret 17 bin 2 TL.

Kirayı, faturaları, deterjan ve giyim masraflarını da sen öde!”

Ama iktidarın hakkını da yemeyelim 2024 Emekli Yılında yukarıda ki malzemeleri taşıyacağı poşete zam yapmadı halen 25 kuruş daha ne yapsın…

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…

09.02.2021 tarihinde bir müjde vermişti Cumhurbaşkanı “2023 sonunda yakın dünya yörüngesinde ateşleyeceğimiz kendi milli ve özgün hibrit roketimizle Ay’a ulaşarak sert iniş gerçekleştireceğiz.”

İki yılda kendi roketimizle uzaya gitmek değil aya iniş yapmak olacak iş değildi ama dilin kemiği yoktu. Ve olmadı da.

Ama çözümü buldu bir taşla iki kuş vuracaktı hem reklamını yapacaktı seçim öncesi hem de bir ilki başaracaktı. Bastı parayı ABD de özel sektöre ait bir roketle 55 milyon dolara (1milyar 650bin lira) bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını Alper Gezeravcı’yı İspanyol, İtalyan ve İsveçli uzay turistleriyle Florida’dan uzaya gönderdi… Uluslararası Uzay İstasyonunda 14 gün kalacak ve çeşitli deneyler yapacak olan ilk vatandaşımızın uzaya gönderilmesi yerel seçimlerde yerli ve milli kavramı ile propaganda olarak kullanılacağı tabiidir ve başladı da… Seçimlerde akp iktidarının kendi iktidarlarından önce olmadığını söyledikleri traktör, buzdolabı, ambulans yalanları yerine biz uzaya ilk vatandaşımızı gönderdik dedikleri bir doğruları olacak…

Muhalefetin harcanan parayı uzay seyahati bileti olarak görmesi ve bu olayı hafife alması ise kaçınılmazdır. Birini ak dediğine diğerinin kara demesi bizim siyasetçilerin vazgeçilmez değerlendirmesi yerine bu yolculuğun gelecek nesiller için bir hedef olarak değerlendirileceği bir bilimsel çalışma olarak görsek acaba asgari müşterekte birleşmek zor mudur? Çocuklarımızın, torunlarımızın hayalleri bir futbolcudan, bir magazin figüründen rol model bir uzay gezginine kaysa fena mı olur… Kısaca bağcıyı dövmek mi, üzüm yemek mi?

Bu arada aklıma takılan bir konuyu da paylaşmak istiyorum. Uzaya giden ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Alper Gezeravcı’nın F-16 savaş pilotu olduğu açıklandı ve son olarak da Adana’da bir filoda komutan olduğu. Peki, sonrası şu anda görevde mi, görevdeyse rütbesi ne ve bu rütbesi neden adının başında kullanılmıyor, neden resmi elbiseli bir fotoğrafını görmedik? MSB, Genelkurmay ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı (ki bu komutanlığın bünyesinde ‘Keşif Uydu Komutanlığı’ gibi uzayla ilgili bir birim var) kurumsal web sitelerinde bu tarihi olaya neden yer vermiyorlar ve yok sayıyorlar? Paylaşılmayan ne? Ucube Kumpas davalarının etkisi var mı?

12 Ocak 2024 tarihinde Kuzey Irak’ta Pençe Kilit Harekât Bölgesinde TSK üs bölgelerine yönelik PKK terör örgütü saldırılarında 9 askerimizi daha şehit verdik.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum.

Kuzey Irak’ta 20 günde üç ayrı saldırıda 21 askerimizin şehit olmasıyla bölgedeki hareketliliği, birliklerimizin yaşam ve bölgenin emniyet durumunu analiz etmek uzmanların görevi. Hem iktidar, hem muhalefet bu konuyu seçim malzemesi yapmadan toplumsal, sosyolojik, siyasi, askeri tüm görüşleri değerlendirecek kurullar kurmak suretiyle ülkemizin güvenliği açısından son derece önemli bu çalışmayı yapmalıdır…

Peki, bu çalışma yapılır mı? Görünen o ki iktidar kanadında mümkün değil. Neden mi? Olaydan hemen sonra Cumhurbaşkanlığı başkanlığında bir toplantı yapılacağı açıklanıyor. İçişleri, Dışişleri, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Mit Müsteşarı ve Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı. Toplanıyorlar ve 1 saat süren toplantıdan sonra bilinen demeçler ‘akan kanın hesabı sorulacaktır’ ve hiç duyulmamış bir deyim ‘teröristan’ “Türkiye güney sınırları boyunca bir ‘teröristan’ kurulmasına kesinlikle izin vermeyecektir” açıklaması. Dil sürçmesi mi, siyasi bir mesaj mı nedir bu teröristan var mı açıklayacak?

Evet, toplantı yapılmalıdır da böyle bir dar alanda mı olmalı? Milli Güvenlik Kurulu neden acil toplantıya çağrılmaz bu konu orada görüşülmez ve enine boyuna tartışılmaz? Bilinmiyor? Peki, o toplantıya Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı olarak katılan Akif Çağatay Kılıç, Güvenlik Başdanışmanı olarak ne öneriler yapmıştır? Bu önerileri yapacak ve değerlendirecek hangi kriterlere sahiptir? Siyaset ve Avrupa Çalışmaları bölümünden mezun olması, Cumhurbaşkanının siyasete başladığı yıllarda tercümanlığı yanında özel kaleminde çalışması güvenlik başdanışmanı olması için yeterli midir? Eski Gençlik ve Spor Bakanı iç ve dış siyasette başarılı olabilir ama güvenlik başlı başına özel bir alandır ve bu örneği iktidarın konuya bakış açısı olarak dikkate sunuyorum…

Şimdilik arzuhalim budur ama son değildir. Kalın sağlıcakla. 23.01.2024

Comments (2) »

ÖZÜR DİLERİM ŞEHİDİM, ÖZÜR DİLERİM BİNBAŞIM!

ÖZÜR DİLERİM ŞEHİDİM, ÖZÜR DİLERİM BİNBAŞIM!

Memleketimde ki Toplumsal Çöküntü ve Çürümeyi, Tuzun koktuğunu, Suyun Çürüdüğünü önceki yazılarımda dile getirmiştim.  Ama son olarak okuduklarım ve dinlediklerim pes dedirtti bu kadarı da olamazdı. Kızdım, ruhum yaralandı, utandım, kahroldum belki mesleki bir hassasiyet ti, ne mesleğimin emir komuta zincirine, ne de devletime yakıştıramadım…

12 Ocak 2024 tarihinde Kuzey Irak’ta Pençe Kilit Harekât Bölgesinde ki TSK üs bölgesine yönelik PKK terör örgütü saldırılarında 9 askerimizi şehit verdik. Bu çatışmada şehitlerimizden biri de de Piyade Sözleşmeli Er Müslüm Özdemir’di.

Şehidimizin Kahramanmaraş’taki ailesinin evi 6 Şubat 2023 deki depremlerde yıkıldığı için annesi ile babası yaşadıkları konteyneri ısıtamadıklarından taşındıkları çadırda kendilerine acı haber verilirken çadıra 10 adet ısıtıcı bırakıldığını medyadan öğrendik. Hepsi bu kadar evet şehitliğin bedeli 10 ısıtıcı. O bölgede inşaatı bitmiş deprem konutuna yerleştirilemediler mi, bir misafirhane, bir konukevi, bir kışla, bir kamp kısaca devlete ait bir tesis mi yoktu onları misafir edecek. Bir devlet görevlisi yok muydu evinde konutunda misafir edecek hiç değilse şu kış geçinceye kadar. Bunu onlar düşünemedi ama düşünen birileri vardı.   Ahbap Derneği ile afet bölgesine yardımlar yapan sanatçı Haluk Levent ve sanatçı Hasan Can Kaya aileye ev alacaklarını duyurdu. Duyurularına sahip çıktılar evi (2+1) aldıklarını ve evin eşya masraflarını sanatçı Melek Mosso karşılayacağını açıkladılar… Bu haber devletin suratına vurulan tokattı, acıttı mı, ders aldılar mı, vicdanları sızladı mı bilmiyorum…

Sadece bu mu çöküntü ve çürümenin son halkası. Bir video yayımlanıyor sosyal medya da Jandarma Binbaşı Ergin Kupan, SMA Tip 1 hastası kızı olan Parla için yardım talebinde bulunuyor. Öğreniyoruz ki kampanya çok önceden başlamış annenin çığlığı ile ama toplanamamış para ve babanın çağrısı ile gerekli paranın iki günde toplandığı duyuruluyor medyada. (Eğer komutanlık utanıp kampanyayı durdurmadıysa) Bu nasıl bir dayanışmadır, bu nasıl bir asker arkadaşlığıdır, bu nasıl bir vefasızlıktır, bu nasıl bir vurdumduymazlıktır ki bu Binbaşı böyle bir yardım çağrısı yapmaya mecbur bırakılmıştır. Bu çağrıyı okuyan, dinleyen sıralı komutanlarının son olarak Jandarma Genel Komutanının hiç mi vicdanı sızlamamıştır, hiç mi suratı kızarmamıştır.  

Ben şahsım ve devlet adına özür diliyorum Şehidimden ve Binbaşımdan onlara ve ailelerine sahip çıkamadığımız için.

Biz böyle bir Silahlı Kuvvetler bırakmadık, biz böyle bir anlayışla yetişmedik, bir olduk, birlik olduk. Hatırlarım maaşlarımızı mutemetten imzalayarak aldığımız günleri, böyle bir ihtiyacı olan arkadaşımız için görevli personel toplardı yardımı ve gönderirdi ilgiliye…

Eğer bugün Cumhurbaşkanlığı’nın Okluk Koyu’ndaki Konukevi’ne, Bitlis’teki Ahlat Köşkü’ne milyarlarca lira harcanıyor, uçak inmeyen havaalanına, geçmediğim köprüye, yolculuk yapmadığım yola, muayene olmadığım Şehir Hastanesine milyonlarca lira ödeniyor ve benim şehidim ailesi çadırda bi başına kalıyorsa, Binbaşım kızı için yardım çağrısında bulunuyorsa ki buna diğer çağrıda bulunan SMA hastaları olan ailelerde dahildir devlet çökmüştür. Nokta… 20.01.2024

Leave a comment »

BİR MEKTUPTAN SESSİZ ÇIĞLIK

BİR MEKTUPTAN SESSİZ ÇIĞLIK

Emekli Tuğgeneral Sait Nadir Güven, KHO da Tabur Komutanımdı bizlere aşıladığı Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkma, vatan ve millet sevgisi, kanun ve nizamlara uyma konularında bugünde taviz vermiyor. İlerlemiş yaşına rağmen memleket meselelerine karşı son derece duyarlı ve bu duyarlılığını siyasi iktidara, partilere Sivil toplum kuruluşlarına ve kişilere yazdığı mektuplarla paylaşıyor. Bu mektuplarını 2021 yılında yazdığı (Favori Yayınları) “Mektuplarım” (Devlete Arzlarım, Hak Arayışlarım, Tavsiyelerim, Tepkilerim) kitabı ile okurlarına ulaştırmıştı. Vatandaş Sait Nadir Güven olarak boş durmuyor ve yazmaya devam ediyor. Son olarak yazdığı 16 sayfalık bir mektubu partilere, Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanlığına göndermiş.

Mektubu okudum tespitlerine ve tavsiyelerine katılmamak mümkün değil. O 16 sayfalık mektuptan bazı bölümleri paylaşmak istiyorum.

Bu mektubun muhataplarına sesleniyorum, bir yanlışım yalanım varsa hemen bildirin kendime güvenim kalmasın insanlığımdan utanayım. Ama hiç bir yanlışım yalanım saptırmam yok. Sayın Yöneticiler, bu olaylar ve benzerleri, Türkiye Cumhuriyetini Yıkmaya Parçalamaya matuftur. Başka şekilde düşünülemez.”

 Sözleriyle biten mektubunda bizlere hiçte yabancı olmayan konuları sıralıyor.

“Milli Eğitim Bakanının, alenen şeriat ve cemaatlerle birlikte verdikleri eğitimi açıklaması. Atatürk fotoğrafını takmak istemeyen Teğmenler. İstanbul ‘da Yapılan İsrail’e Lanet Filistin e destek mitinginde Devlet erkânından Bakanların görülmesi, Hulusi Akar gibi yetişmiş bir kişi Nurculuğu yeğleyerek sahne alması, Nur cemaatinin şimdiki lideri ile fotoğraflar çektirmeleri. Sosyal çöküntüye ilave ekonomik çöküntü. Diyarbakır Caddelerine Said’i Nursi’nin adının verilmesi. Anayasa Mahkemesi kararlarının yok hükmünde sayılması, Anayasanın maddelerinin tartışmaya açılması…

Tepkilerini sıralıyor…

Siyaset, ekonomi, sosyal hayat ve iktidar destekçisi medya çürümüş

-Diyanet İşleri Başkanlığı bir tarikat gibi çalışıyor… Türban benimsenmiş olunca seçim aracı olmaktan çıkmıştır. Yerine Şimdi Hilafet Bayrağı konmaya çalışılıyor.  İstanbul da Hilafet sevdalıları kol geziyor… AKP iktidarının Anayasal ideolojisi “Demokratik,  Laik Sosyal Hukuk Devleti” değil, Şeriat hukukuna bağlı bir devlet yapısı İdeolojisidir…

Dünyada Hukukun üstünlüğünü tanıyan 147 ülke arasın da 127 düşmüşüz yani hukukun üstünlüğüne inanmıyoruz!  Anayasa ve kanun tanımazlık Ülkemizde devam ediyor. Anayasa Devletin varlığını benimser ve belirler ama AYM kararları gecikmeli veya hiç uygulanmıyor. Bu günlerde yine anayasamıza darbe yapıldı. Yargıtay AYM nin kararını tanımadığını açıkladı. Adalet bakanının açıklamasında gizli cümleler ile Yargıtay dan yana olduklarını belirledi. Anayasasız bir devlet düşünebiliyor musunuz? Yani anayasamız yok oluyor. Ve devlet yapımız buharlaşıyor, aşiret dönemi çete dönemi başlıyor.

Ekonomik vaatler başarılamıyor, 2023 yılında Milli Gelirden her vatandaşa 25000 Dolar düşecekti, şimdi 8000 dolar kadar, Enflasyon vaatleri, daha neler neler? Hepsi manipülasyon.

Yabancı ülke mafyalarından bazıları dolarla vatandaşlık satın alıyor, Ülkemizde yaşıyor saklanıyor. Mafya liderleri çarpışıyor, Yabancı İstihbarat elamanları kol geziyor. Kara Para aklama ülkesi oluyoruz. Hemen hemen her gün silahlar mafya üyeleri yakalanıyor. Ölümler cinayetler kadın ve çocuk istismarları, doktora saldırıların önü alınamıyor…

-28 Şubat hükümlüsü canını vatanına bağışlamış askerlerimiz zindanda yatıyor… Yaşlı hasta yandaş vatandaşlar Cumhurbaşkanı kararı ile hemen hapisten çıkarılıyor. Fakat çok yaşlı hasta Generallerimiz zindanda ölüme terkediliyor. Kıymetli arkadaşım Hava Korg. Pilot Vural Avar zindanda rahmetli oluyor. Bu Cumhuriyet Atatürk sevdalısı eski asker düşmanlığı ve kini neden?

Bunların hepsi AKP iktidarına özgüdür. Bu olaylar ve benzerleri, Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya, Parçalamaya matuftur. Başka şekilde düşünülemez… Bütün bunlara, AKP iktidarından tek bir tepki görülmüyor duyulmuyor… AKP sinsi/sessiz/örtülü darbe ile Cumhuriyeti Yıkmağa uğraşıyor… Ülkemiz iyi yöneltilemiyor, Ülkemiz sinsi istila ediliyor ve sığınmacılar ülkeyi sarıyor…

Mektubunda siyasetinde çöktüğünü, parçalandığını ifade ediyor ve bunu İç Cephenin çökmesi olarak şu ifadelerle belirtiyor.

AKP lideri ve yardımcıları Meclis Başkanı konuşmalarında devamlı “Birlik Beraberlik” diyor. Yeni Yıl mesajında tekraren Birlik ve beraberlik diyor. Ama icraatı tamamen halkı iç cepheyi ayrıştırıcı ve bölücü mahiyette oluyor. Sosyal hayat kutuplaşıyor.

İç cephe nasıl parçalanıyor. Öncelikle şunu söyleyelim siyaset bence kendi kulvarında yürümüyor. Siyaset bir kazanç ve makam itibar kapısı olmuştur. Siyaset milletin güvenliği ve refahı için yapılmıyor. Kendi partilerinin ilerde olması için her çareye başvuruluyor.

İnsanımızın karakteri bozuluyor mu? Bakın birçok parti başkanları veya konusunda yetkili kişiler zamanında AKP ve Liderine hakarete varan ağır sözlerle yükleniyorlar bir zaman geçince ve kendi konularında başarılı olamayacaklarını anlayınca hemen AKP nin kucağına atlıyorlar. Numan Kurtulmuş partisini kapattı AKP ne geldi Meclis başkanlığına kadar yükseldi. Süleyman Soylu, Hulki Cevizoğlu, Metin Fevzioğlu, Mehmet Ali Çelebi, Sinan Ogan, Abdüllatif Şener, kısmen Perinçek benzerlerdir.

Yine çok ağır sözlerle yüklenen Devlet Bahçeli MHP ile Cumhur ittifakına katılmıştır. Hayret, Milliyetçi Parti, dincimi desem, merkez sağda mı desem, devletin sosyal hayatını dağıtan ekonomiyi dibe vuran Atatürk düşmanı görünümlü bir partiyle iş birliği yapıyor!

 Şimdi Mecliste, AKP yandaşları da özerklik ve federasyon çığlıkları kusuyor.

Yalan dezenformasyon, siyasetin bir aracı oluyor. Nedense Seçim zamanı denizlerimizden ve dağlarımızdan petrol fışkırıyor. Ama sonra bir damlasını göremiyoruz. Yine PKK şiddetini bu dönemlerde artırıyor. 

Bu hale kim düşürdü. Tabii ki. İktidar.

Ve de Mektubunu şöyle bağlıyor vatandaş Sait Nadir Güven;

Bana çok sevdiğim bağ bahçe kaşane verseler, milyon paralara boğsalar. Makamlar vadetseler,  Bunlara hiç itibar etmem, Atatürk’ten ideallerinden ayrılmam. Tarikat şeyhine biat etmem. Ama makama paraya şeyhe biat edenleri görüyoruz

Ey Milletim Ey vatandaşım Ey AKP ne oy veren vatandaşım, Ey Türk Silkin Titre, Gaflet uykusundan uyan Kalk Ayağa artık. İç Cepheyi kuvvetlendirecek Kuvayı Milliye’yi yeşertecek, çoban ateşini yakacak, bağımsızlığımızdan özgürlüğümüzden taviz vermeyecek, Hayatını paraya makama değil Milletin güvenliği ve refahına vakfetmiş, bu işi başaracak liyakat sahibi, demokrasiyi, laikliği, sosyal hukuk devletini bütün varlığı ile benimsemiş bir yönetimde birleş. Seçim zamanları çok dikkatli ol, düşün araştır, Yalanı dolanı dezenformasyonu (Yalan Yanlış bilgiye) manipülasyonu demagojiyi anla. Yandaş medyadan öğrenmeğe çalışma, bu yandaş medya elindeki sosyal gücü hep menfaat karşılığında kullanırlar, Millet menfaatini gözetmezler. Azınlıkta olan Hür bağımsız medyayı takibe çalış! Başaramaz isen dağılırsın, çökersin. Emperyalizme daima boyun eğersin. Vatandaşlık hukukundan aldığım güç ile ve Tanrı Türkün önünü açması dileğimle sunarım…

Komutanıma sevgi ve saygıyla sağlıcakla kalın…                                                             14.01.2024

Leave a comment »

ANNELER VE BABALARA

ANNELER VE BABALARA

(Okulların İmam hatipleştirilmesi kapsamında okullara manevi danışman olarak atanan din hizmetlileri ile ilgili yazdığı bir paragraflık yazıyı yeterli görmediğimi belirttiğim ve bir de konu ile panel düzenlemesini istediğim emekli öğretmen, gazeteci, yazar sevgili arkadaşım Recai Şeyhoğlu’nun yazısı.

Teşekkürler usta şimdi sırada panel var. Bir hukukçu, bir eğitmen. Takipteyim…) 

RECAİ ŞEYHOĞLU

ÇEDES Projesi kapsamında lise ve ortaokullarda ‘ manevi danışman ‘ adı altında din hizmetlerinde çalışan kişilerin görevlendirilecek olması karşısında öncelikle siyasetçiler, sosyologlar, öğretmenler, sendikacılar, gazeteci ve yazarlar mı tepki göstermeli yoksa  anneler babalar mı diye düşünmekte çok yarar var.

Rehber öğretmenler varken şimdi de din görevlisi kişilerin okullarda görevlendirilmesi Pakistan’a doğru bir siyasal yolculuğa çıkmışız gibi geliyor bana.

Meteoroloji, astronomi ve biyolojinin adı bile unutturulacağa benzer.

Kenan Evren’in sevgili kardeşi Darbeci Ziya Ül Hak öyle yaptı ya…

Bilime, teknolojiye karşıt düşünceler besleseler de teknolojiden en çok yararlananların da  siyasal İslamcılar olduğu her birimizin malumu…

Lüks  ve zırhlı araçlarda boy gösteren diyanet işleri başkanı…

Mersedes’ten  düşük segmentlere rağbet göstermeyen AKP’li siyasetçiler…

                                                                               *

 Mikrofon varken caminin şerefesine çıkıp çıplak sesle ezan okumayan  müezzinler de  bizimkiler…  Yağmurda, rüzgârlı havalarda herhalde üşütmesinler diye…  Bilal-i Habeşi mikrofondan mı okumuştu ilk ezanı?

Hz. Muhammet gibi yaşamak istiyorum diye nutuk atanların deveye bindiklerine tanık olundu mu hiç? Hz. Muhammet hurmayı seviyordu. Saray’da ve Saray çevresinde ejder meyveli smoothy içenlerin hurma yediğine kim tanık olmuş söyler misiniz?

Marka çantalar ve İsviçre üretimi milyarlık kol saatleri bizimkilerin kollarında. Nasıl bir Hz. Muhammed gibi yaşama aşkı bu!

Dini siyasallaştıran İslamcı çevreler ÇEDES Projesi kapsamında ilk pilot bölge olarak İzmir’i seçtiler. Bu amaçla da İzmir’deki  842 okula manevi danışman atadılar.

Şimdi sıra çocukları Allah korkusu, günah duygusu ve Evrim Teorisi’nin yanlışlığıyla (!) tanıştırmaya / buluşturmaya geldi.

Korkutulan çocukların psikolojik sorunlar yumağı haline getirilmesi, aile fertleriyle olan ilişkilerinin bozulması,  onlara travma yaşatmak, ruhsal çöküntü, intiharın eşiğine getirmek, bu iktidara nasip oldu.

Şanlıurfalı medrese öğrencisi 12 yaşındaki Abdulbaki Dakak’ın henüz bilinmeyen intiharı üzerine düşünmenin tam da zamanıdır. Semerkand Vakfı’nın denetimindeki medresede okuyan Abdulbaki’nin neden medreseden kaçtığına, mutsuzluğuna ve intiharına  her birimiz kafa yormalıyız. Abdulbakilerin çoğalmasını istemiyorsak…

Öncelikle anneler ve babalarla öğretmenler milli eğitim bakanlığını uyarmak zorunda. Onca din kültürü ve ahlak bilgisi dersi öğretmeni varken bir de din görevlisi olup pedagojik formasyondan yoksun kişilerin derslere girmeleri engellenmelidir.

Hocanın yeri cami, öğretmenin yeri okuldur çünkü !

Yeni kuşaklar belli ki bilim- sanat ve edebiyatla değil, bilim dışı konularla oyalanmaya çalışılmakta… Korku ve endişe dünyasıyla tanıştırılmak isteniyor…

Şanlıurfa, Batman, Siirt, Trabzon değil de İzmir’in pilot bölge olarak tercih edilmesi de bir başka şark kurnazlığı…

Biliyorlar ki  İzmir’i  pilot bölge ilan etmekle ÇEDES Projesine itiraz edilecek, gösteriler yapılacak. Bu tepkileri ‘ Gâvur İzmirliler ‘ olarak yurdun dört bir köşesine servis ederek, sözde bir din karşıtlığı politikasıyla din üzerinden siyasal rant sağlamaya çalışacaklar.

Kısaca… Sorun çıkartmak! Düşman yaratmak!

En iyi becerdikleri iş yani!

                                                                                  *

Öğrenci olsam sorardım bu görevli kişilere:

– Bugüne kadar kaç roman okudunuz? Atatürk’ün kaç kitap okuduğunu biliyor musunuz?

– Ezan, niçin camilerin  şerefelerinde okunmuyor?

– Neden paramız pula döndü? Dünyanın en değersiz parasına sahip olmanın önüne niçin geçilmiyor?

– Niçin Maliye Bakanımız için İngiliz Mehmet deniyor,  niçin onun Londra tefecilerinin temsilcisi olduğu söyleniyor?

– Neden Brüksel doğumlu biri ülkemizde bakan oluyor?

– Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan için niçin NewYork bankerlerinin temsilcisidir deniliyor?

– ‘’ Her Cuma bir ayet sallıyorum, bakara makara ‘’  dediği öne sürülen eski AB Bakanı Egemen Bağış’ın Prag’da Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapıyor olmasından mutluluk duyuyor musunuz?

– Zeki Müren ve Bülent Ersoy gibi ünlülerimiz askerlik yaptıkları halde Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’li bazı siyasetçilerin oğullarının çürük raporu alarak askere gitmemeleri incitici bir konu değil mi?

– Hiçbir yerden maaş almadan yaşamını sürdürenler varken beş ayrı kurumdan maaş alanlar kamu vicdanını yaralamıyor  mu?

– Cumhurbaşkanının çay ya da oyuncakları miting meydanlarında kurulan  platformdan ya da bindiği otobüsten fırlatıp atmasından rahatsız olmuyor musunuz?

– Diyanet İşleri Başkanının AKP milletvekili gibi siyaset yapıyor olması sizi rahatsız  etmiyor mu?

– Bira içilmediği, o caminin müezzininin  bira içenleri görmediğini söylediği halde  ‘ camide bira içtiler ‘ yalanından rahatsızlık duydunuz mu?

– Kaymaklı şambali, dondurmalı süpangle ve portakal pres içmek istersek milli eğitim bakanlığı bizim bu isteğimize yanıt verir mi?

–  Hiç Beethoven, Buhurizade Mustafa Itri, Mozart ya da Vivaldi’yi dinlediniz mi?

–  Kâğıt paramız üstünde resmi bulunan Cahit Arf’ın kim olduğunu bize anlatır mısınız?

– Annem ve babam emekli memur. Biz niçin yabancılar gibi bir başka ülkeye gezmeye gidemiyoruz?

– Biz ne zaman ev sahibi olacağız?

– Niçin Suudi Arabistan ya da  Pakistan’da değil de Paris ve Londra’da ya da ABD’de okuyor  bizim muhafazakar siyasetçilerin çocukları?

– 1994 yılında  ‘’ Bütün servetim yüzüğüm’’ 1999 yılında ise ‘’ Eğer bir gün duyarsanız ki Tayyip Erdoğan çok zengin olmuş, bilin ki haram yemiştir.’’diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü zenginliği konusunda ne düşünüyorsunuz? ‘’

– Şeriat ilan edilirse hırsızların gerçekten eli kesilecek mi? O zaman ortalık çolaktan geçilmez, bunu biliyor musunuz?

– Biz ne zaman muz yiyeceğiz?

– Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi yıllardır zorunlu okutulduğu halde ülkemizde neden  yalan ve hırsızlık konuları hiç bitmiyor?

– ‘’ Cennet anaların ayaklarının altındadır ‘’ diye biliriz. Niçin yıllardır kadın cinayetleri ülkemizde son bulmadı / bulmuyor?  Kadınlara öfke nedendir, anlatır mısınız?

Komşusu açken tok yatan benden değildir diye biliriz ama açların sayısı tahminlerin bile ötesine geçti. Neden?

Dinimizle ilgilenmeniz güzel ama ekonomik ve sosyal sorunlarımızla da ilgilenmeniz gerekmez mi?

Halkımızın kültürünü bilmeyen yabancıların genel seçimlerde oy kullanmasını doğru buluyor  musunuz?                                                                         *

Sorular daha da çoğaltılabilir tabii ki…

Yanıt mı verirler, öfkelenirler mi bilmem ama mutlaka o görevli kişilere sorular sormakta yarar var. Bilsinler ki İzmir’in çocukları soruyor/ sorguluyor.

ÇEDES’in hakkından başka türlü gelmek zor çünkü…

Sormalı, sorgulamalı!

Haydi  anne ve babalar,  soruları çoğaltalım… iş başa düştü! 21.06.2023

Leave a comment »